“Küresel çalkantıların ortasında toplumlar arası görüşmelerdeki çıkmaz ve Kıbrıs Solu” başlığı altında “Sol ve Kıbrıs Sorunu” inisiyatifi tarafından geçtiğimiz Cumartesi günü Dayanışma Evi’nde gerçekleştirilen 6. Yıllık Konferans’ta AKEL Milletvekili ve Basın Sözcüsü Yorgos Kukumas Kıbrıs’ın kurtuluşu ve yeniden birleşmesi mücadelesinin Kıbrıs Solu’nun birinci stratejik önceliği olduğunu ve olması gerektiğini dile getirerek, ülkemiz Sol’unun her şeyden önce en önemli anti-emperyalist görevinin Kıbrıs’ın nihai taksiminin, yani halkımıza karşı işlenen emperyalist suçun hâkim olmamasını sağlamak olduğunu vurguladı.
Sol’un büyük vizyonlarının ancak birleşik bir Kıbrıs ve birleşik bir halk için anlamlı olduğunun altını çizen Kukumas “Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve askerlerden arındırılması, Kıbrıslılar için bir güvenlik dönemi anlamına geleceği gibi, aynı zamanda tüm Doğu Akdeniz bölgesinde barış davasına da büyük katkı sağlayacaktır” diye konuştu.
Yorgos Kukumas’ın yaptığı konuşmanın tam metni:
Kıbrıs: Barış köprüsü mü yoksa savaş üssü mü?
«Sol ve Kıbrıs Sorunu» tarafından düzenlenen bu yılki konferansın başlığı Kıbrıs sorununun çözümü davasının- yani Kıbrıs’ın kurtuluşu ve yeniden birleşmesi mücadelesinin- Kıbrıs Solu’nun birinci stratejik önceliği olduğu ve olması gerektiği tezini açıkça ifade etmektedir. Çünkü ülkemiz Sol’unun her şeyden önce en önemli anti-emperyalist görevi Kıbrıs’ın nihai taksiminin, yani halkımıza karşı işlenen emperyalist suçun hâkim olmamasını sağlamaktır.
İkinci olarak, ülkemizde sosyalist dönüşüm hedefinin belirlenmesinin bir şartı ve önkoşuludur, çünkü Sol’un büyük vizyonlarının ancak birleşik bir Kıbrıs ve birleşik bir halk için anlamlı olduğu konusunda hemfikiriz. Ve üçüncü olarak, Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi ve askerlerden arındırılması, Kıbrıslılar için bir güvenlik dönemi anlamına geleceği gibi, aynı zamanda tüm Doğu Akdeniz bölgesinde barış davasına da büyük katkı sağlayacaktır.
Son değindiğim noktaya odaklanmak istiyorum çünkü Dünyadaki ve bunca acıları çeken Orta Doğu’daki dramatik gelişmeler -adamızla ilgili olan “yeniden birleşme mi bölünme mi?” sorusunun yanına- adamızın bölgedeki rolü ve geleceği hakkındaki yıllardır var olan şu ikilemi de getirmektedir: Barış köprüsü mü yoksa savaş üssü mü? Şu ana kadar hangi senaryonun kazandığı ile ilgili argümanlar ortaya koymaya gerek yok. Ukrayna ve Ortadoğu’daki savaşların arka planında adamızın giderek daha fazla yabancı orduyla doldurulduğunu hepimiz görüyoruz.
Türk işgal ordusuna ve sürekli takviye edilen İngiliz üslerine şimdi de tümü Batı’nın Rusya-Çin eksenine karşı planlarıyla ve aynı zamanda İsrail’in Gazze ve bölgede sürdürdüğü savaş vahşetiyle derinden bağlantılı olan Amerikan uçak gemileri ve uçakları, İsrail askerleri ve ajanları, ülkenin limanlarından ve havaalanlarından geçen NATO orduları ekleniyor. Ve tüm bunlar, nükleer cephanelikler yeniden küresel boyutta gündem olurken, tüm dünyanın benzeri görülmemiş bir şekilde militarizasyon yaşadığı bir sahnede gerçekleşiyor.
2013’te DİSİ’nin iktidara gelişiyle Kıbrıs’ın dış politikası tamamen Batı, ABD ve İsrail lehine yeniden biçimlendirildi ve o zamanda beri Kıbrıs’ın NATO’ya katılma senaryosu gündeme getirilmeye devam ediyor. Yeni doktrin, Kıbrıs’ın «Bir parçası olduğu Doğu Akdeniz’de AB’nin ve Batı’nın ileri karakolu olarak nitelendiği ifadede özetlendi ve buna bir de Kıbrıs’ın «İsrail’in kalkanı» olduğu da eklendi. Bu politikaya Anastasiadis hükümeti tarafından birçok düzeyde hizmet edildi ve uygulandı, merkez partiler ve aşırı sağcı ELAM da bu stratejiye dahil olurken şimdi Hristodulidis hükümeti de bunlara eklendi. Daha somut olarak konuşacak olursak:
1. Meşhur Menendez-Rubio Yasası’nın pusula haline getirilmesi ve ABD ile yakın zamanda gerçekleştirilen Stratejik Diyalog aracılığıyla ABD ile daha derin bir ortaklık kurulmasıyla birlikte Rusya Federasyonu’na karşı saldırganlığa Kıbrıs’ın da dahil edilmesiyle.
2. Ulusal Muhafızlara tatbikat ve eğitimler yaptırılması yoluyla, İsrail ile askeri iş birliği ve kamu güvenliği için iş birliği alanlarında anlaşmalarla, Larnaka’da Amerikan CYCLOPS gibi casusluk yapılarının oluşturulmasıyla, AB’nin askeri ve siyasi programı PESCO’ya Kıbrıs’ın dahil edilmesiyle ve Mari’deki deniz üssünün «dost» devletlere hizmet verecek şekilde geliştirilmesi yönündeki son kararla, Kıbrıs’ın ABD ve İsrail ile askeri iş birliği yapmasıyla.
3. Bu militarizasyonun içeriğinin ve mesajlarının tehlikeleri, örneğin birkaç yıl önce yüzlerce İsrail komandosunun Troodos’ta eğitildiğini hatırlarsak daha da anlanır hale gelir, çünkü – devlet televizyon kanalında da söylendiği gibi – arazinin yapısı Lübnan ve Suriye ile benzemektedir ve adadaki çeşitli yerlerindeki yerleşim bölgelerinde başka İsrail askeri tatbikatları da yapıldı. Başka bir deyişle, Kıbrıs toprağı, İsrail savaş makinesinin şu anda yapmakta olduğu savaş ve soykırımın provasını yapması için verildi.
4. Bölgedeki saldırılarda, önce Suriye’de ve şimdi İsrail’in Gazze, Yemen ve tüm Ortadoğu’da yaptığı saldırıların desteklenmesinde İngiliz üslerinin kullanılması konusunda Anastasiadis ve Hristodulides hükümetlerinin sessiz kalarak anlaşmalarıyla. Üsler sadece sömürgeciliğin kalıntısı değil, aynı zamanda adamızı hedef tahtası haline getirerek, tehditler ve tehlikeler için de bir mıknatıs işlevi görmektedir.
5. Hristodulidis hükümetinin ve partilerin çoğunluğunun Netanyahu hükümetinin Filistin halkına yönelik soykırımını ve vahşetini kınayan tek kelime bile söylemeyip İsrail’in meşru müdafaa hakkı hakkında konuşmaya devam ettiği son yılın utanç verici noktası öncesinde, son on yıl boyunca BM oylamalarına ve AB’de beyan edilen görüşlere yansıdığı gibi Kıbrıs’ın Orta Doğu’ya yönelik dış politikasının geleneksel ilkeli tezlerden adım adım uzaklaşmasıyla.
Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ABD-İsrail ekseniyle siyasi ve asker olarak aynı çizgide yer almasına yönelik stratejik tercihin bir izahatı var. Bunun temelinde Kıbrıs Rum sağının ve aşırı sağının temel ideolojisi olarak Batı taraftarlığının olması. Bu, egemen sınıfın adaya akın eden İsrail sermayesiyle iç içe geçmiş mali çıkarlarını ifade ediyor. Bu ayrıca, ABD ve İsrail’e hizmet ederek, Kıbrıs’ın Türkiye karşısında güçleneceği veya korunacağı megalomanlığı ve kuruntusu ile de bağlantılıdır. Bu son yıllarda defalarca çöken bir teoridir ve hem halkımızın güvenliği açısından tehlikeli hem de ülkemizin güvenilirliğinin de altını oyan, dar görüşlü bir tercihtir.
Tüm bunlar karşısında, Kıbrıs Solu’nun tarihi sloganı ve talebi, “Tüm ordulardan arınmış, bağımsız bir ada” tekrar güncel ve önemli hale geliyor. Bu slogan, Türkiye’nin işgal birliklerinden ve üç NATO gücünün garantörlük ve müdahale haklarından vatanımızın kurtuluşu ve hatta Yunanistan ve Türkiye Muhafız Alaylarının adadan ayrılması ve aynı zamanda İngiliz üslerinin de kapatılmasıyla adanın askerlerden tamamen arındırılmasının yolunun açılmasını için Kıbrıs sorununun çözümü ve üzerinde mutabakata varılan zemin ve çerçevede Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi için AKEL ve Sol’un gerçekleştirdiği öncü faaliyetlerde ifade edilmektedir.
Ayrıca NATO’nun «Barış için Ortaklık» programına ve/veya NATO’ya Kıbrıs’ın dahil edilmesine ve Kıbrıs sorununun gelecekteki çözümüne ilişkin NATO garantilerine yönelik “fikirlere” ilişkin senaryolara ilkeli bir şekilde karşı çıkılarak da ifade edilmektedir. Doğu Akdeniz’in militarizasyonuna, Kıbrıs ile ABD ve İsrail arasındaki askeri iş birliğine, AB-NATO organik birleşmesine ve AB’nin kurduğu savaş ekonomisine karşı çıkmamızla da bağlantılıdır. Son olarak, bu slogan ve talep, kahraman Filistin ve bölgemizin mücadele eden tüm halklarıyla dayanışma içinde olan aktif savaş karşıtı eylemle de ayrılmaz bir şekilde bağlantılıdır.
Bu tutum sadece Kıbrıs sorununun çözümüne ya da devletin dış politikasına yaklaşımımızla ilgili değildir. Yabancı askeri birlikler ve üsler olmadan, yabancı devletlere ve yabancı çıkarlara bağımlılıklar olmadan, Kıbrıs’ımızın «anavatanlara» ve vasilere değil, kendi halkına ait olmasını isteyen AKEL ve Sol’un vatan için, egemenlik için, bağımsızlık için kapsamlı algısının da bir parçasıdır.