Nürnberg Mahkemesi’nin başyargıcı Sir Geoffrey Lawrence Nazi duruşmalarına başlamadan önce gittiği Nürnberg’te kenti gezip külleri kalan o müthiş savaşı nasıl kokladıysa, tampon bölgeyi ben de öyle kokluyorum işte Lefkoşa’da…
Duvarlardaki kurşun delikleri bana bakıyor, ben de onlara…
“Sınırlarımız burada bitmez” yazılı ve mavi beyaz bayraklı bir barikatın yanından geçiyorum…
Baharda boy atan tampon otları kurudu…
Elimde bir piyade…
Kum torbaları ardında..
Yıl 1964…
Mevsim kış…
En değersiz şey canımız mı delikanlılıkta?
İlk kez böyle bir silah verdiler bana…
Ama ciddi değilim galiba hala…
Kurşun yağıyor kum torbalarına…
Yanımdaki arkadaş deneyimli…
-Biz de atalım mı onlara, diye soruyorum…
-Bekle diyor, emir gelirse atarız…
***
Yağmur yağıyor ve ıslanıyor tampon bölgenin yaban otları…
İzinli günlerimde Ayluga’dan bisikletle geçiyorum ve yakılmış kiliseye bakıyorum her geçişimde…
Aykasyano’da barikatın olduğu yere kadar yürüyorum sonra…
Türkçe-Rumca şarkılar zonkluyor içimde…
Uyudum bir akşam sekiz saatlik nöbette…
Çavuş geldi…
Silahımı aldı…
Uyandırdı beni…
Sonra,
-Şu duvardaki yazıyı sil, dedi…
Ne yazıyor:
-Bu vatan bu torbaların arkasında uyuyanlarındır!
Ben yazmıştım…
***
Yazlık sinemaların gümbürtüsü hiç eksilmedi başımdan, o sinemalar kapandıktan sonra da..
Koluma yün ipliğini geçirip ahretti saran annemin gittikçe aklaşan uzun siyah saçları da..
Tanıdık bir kalabalık arasında bulunmaktan ve her gün lider söylevleri dinlemekten bıkınca…
Aşkın engin okyanuslarına yelken açma arzusu da ağır basınca bırakıp gittim Venedik hisarlarını..
“Ben gidersem salıncaklar sahipsiz sallanır parkta” diyen sevgili dostum mektuplar yazdı bana Yenicami sokağından..
Kar yağıyordu ve nehir donmuştu..
Yesenin okudum, annesine mektubunu..
Payaştık geceyi..
Adımızı sorduk birbirimize sonra…
Sabah uyanınca..
Yoksul ve serseri çocukların okuldan kaçtığı bir sokaktan çıkıp geldim ben…
Ful kokulu bir yastıktan…
Aşk bir kelepçe mi, yoksa özgürlük mü sorusu sonradan nüksetti ruhumda…
“Ben çok aşık oldum” diyen dostum, yine de tek bir aşk olsun isterdi hayatında…
Sonsuzluğa kaptırdım ruhumu sonra…
Bir tren penceresinden bakarken Asya bozkırlarına..
Sen ölürsen ben de ölürüm dediği biri olmalı insanın hayatında…
***
Ateşi ve ihaneti görenlerin arasından çıkıp geldim aranıza…
Küçük Aysel’in tatlı sesi hiç dinmedi kulaklarımda…
Bir kızıl koncaya benzerdi…
Aldatılan yalnız ben değildim, bütün bir toplumdu..
Ki yeşil başlı türbelere adak adamaktan ve nazar boncuğu takıp muska yaptırmaktan başka hiçbir çaresi yoktu…
Gün sandüviççide başlar ve meyhanede biterdi..
Barikatlar, kum torbaları ve onaltı yaşında henüz tek bir mermi bile atmadan elimize silahla şarjörü verenlerle ilgili fikrim işte o zaman değişmeye başladı…
Bir Vietnam, bir Cezayir, bir Kongo uğultusundan geçtim…
İstanbul’da durdum..
Biraz Orhan Veli, biraz Nazım gözüyle baktım Boğaz’daki martlara..
Yeniden doğmak gibidir hayatı yeniden yorumlamak…
Bisikletle kapısının önünde turlayıp durduğum sevgilim, Vietnam’da bombadan yanan ve çırılçıplak askerler arasında feryat ederek koşan o kız çocuğu için gözyaşı dökünce, onu daha çok sevdim…
Yaseminleri daha derin kokladım…
Komşunun bahçesinden erik aşıran çocuklara daha sevecen baktım…
Vatanseverlerle hain denilenler ilk o zaman yer değiştirdi kafamda…
Hain diye vurulanlara daha çok yakınlık duydum…
Milli nutuk atanları hiç sevmedim…
Hala da sevmiyorum…
Bir şarlatan ordusu…
Aykasyano’da o sesler nereye gitsem hiç dinmedi..
Ya taksim ya ölüm…
Ben bu sokaklarda, bu meydanlarda çocukken bile hiç böyle bağırmadım…
***
Yıllar sonra dağlarda gezerken bulduğum eski bir asker botu yeterdi herşeyi anlatmaya…
Tampon bir hayatın içinden çıkıp geldik…
Barikatlar, kurşunlar ve bombalar uğuldarken…
Kanlı ölüler aceleyle kazılan mezarlara gömülürken sevda şiirleri yazmaya bile utandık…
Sevişmeyi bile ayıp bulduk…
Tampon rüzgarları girdi aramıza…
Sonunu bekleye bekleye yorulduk…
Herşeyin bir sonu vardı oysa…
Bunun yok muydu?
***
Ne rüzgarlar, ne yağmurlar ne fırtınalar silip götürdü yüzlerini gidenlerin..
Sonu henüz yazılmadı bu romanın…
Ne kadar gizleseniz de herşeyi anlatacak efkaliptüslerin kalın gövdeleri..
Ve bu tarihi kayda alan tampon otları…
AVRUPA
Eylül 20/ 2025