COP30 BM iklim zirvesinin bu yıl Amazon ormanlarının eteklerinde gerçekleşmesi, hayati önem taşıyan ve bu alanın; yerli halkların kırılganlığının odak noktası haline gelmesinden daha doğal bir şey yoktur.
RADİKAL – İklim değişikliği ve çevresel yıkım, tartışmasız olarak ‘dünyamızın akciğerleri’ olan yağmur ormanlarını etkiliyor ve bu durum tüm dünyayı endişelendiriyor. Latin Amerika uzmanı gazeteci Lars Palmgren, yerli halkların kendilerini örgütleme ve seslerini duyurma konusunda giderek daha iyi hale geldiğini yazıyor.
COP30’un Brezilya Amazonları’na açılan kapı olan Belém’de düzenlenmesi birçok anlamda sembolik değerler taşıyor.
19. yüzyılın ikinci yarısında başlayan kauçuk patlaması sırasında Belém, çamurlu küçük bir köyden Brezilya’nın en büyük şehirlerinden biri haline dönüştü. Bu, Amazon’daki ilk büyük sömürü dalgasıydı ve Belém, yeni zenginliği dış dünyaya getiren liman haline geldi.
Peru-İrlanda asıllı kauçuk baronu ve opera tutkunu Carlos Fitzcarrald gibi megalomaniyi de doğuran zenginlik buydu. Fitzcarrald, Peru dağlarını aşarak Amazon’a ulaştıktan sonra Manaus’a yelken açarak ormanın ortasına bir opera binası inşa etmişti (Werner Herzog’un eşsiz filmi Fitzcarraldo’da anlatılan gerçeküstü hikayenin ta kendisi).
Kauçuk patlaması, köle muamelesi gören ve kısmen eski siyah kölelerden, kısmen de Amazon yerlilerinden ve ülkenin diğer bölgelerinden iş ve daha iyi bir yaşam arayışıyla gelen göçmenlerden oluşuyordu. En doğal haklarından mahrum bırakılmış olan kauçuk işçileri proletaryası “seringuieros”un da ortaya çıkması buradan geliyor.
Bu topluluklar, yaşadıkları sefalete rağmen militan bir direniş hareketi yaratmayı başardılar. Bunların etkinlikleri, değerli kerestelere erişmek isteyen, sığırlar için soya plantasyonları veya otlaklar açmak için ormanları yerle bir eden bu yeni tür işgalciliğe karşı mücadele eden bir çevre hareketine dönüştü. Geçimlerini sağlamak için ormanı yakan küçük çiftçilerin yanı sıra, Comando Vermelho ve Primeiro Comando da Capital gibi güçlü sermaye grupları ya da suç örgütleri tarafından finanse edilen devasa projeler de göze çarpmaya başladı.
Çevreyi gözetmeden, giderek artan altın ve diğer mineralleri aramalara karşı direniş de dahil, bu çabalar artık bir ölüm kalım mücadelesi haaline geldi. Amazon’da birçok çevre aktivisti öldürüldü. Yeni doğan bu çevre hareketinin en ünlü lideri Chico Mendes, 1988’de öldürüldü. Ancak yakın arkadaşı ve azimli bir çevreci olan Marina Silva mücadeleyi sürdürdü ve Belém’deki toplantıda önemli bir rol oynayacak olan Brezilya Çevre ve İklim Bakanı oldu.
Sömürü ve direniş
Pervasız sömürü ve inatçı direniş kongrede, hem iklim tartışmalarını hem de Amazon’u karakterize eden iki önemli odak noktası olacaktır.
COP30’da uçsuz bucaksız yağmur ormanlarına gelmeyi bekleyen katılımcıların çoğu, büyük bir şehre geldiklerinde muhtemelen şaşıracaktır. Belém, iki milyondan fazla nüfusa sahip ve bugün Amazon’daki birçok büyük şehirlerden den sadece biridir. Geniş orman bölgesinde yaşayan yaklaşık 35 milyon kişinin yüzde 75’i şehirlerde yaşamaktadır. Amazon, Brezilya’nın yanı sıra Bolivya, Ekvador, Peru, Kolombiya, Venezuela, Guyana ve Surinam’a da uzanmaktadır.
Şehirlerde yaşamayanların yaklaşık yarım milyonu yerli halk olarak kabul edilir ve bunların yaklaşık 5 bini, çevredeki “medeniyet” ile hiçbir ilgisi olmayan ve olmasını da istemeyen “temas kurulmamış” etnik gruplara aittir.
Ayrıca, köleliğin 1888’de kaldırılmasından önce kaçan siyah kölelerin kurduğu yerleşim yerleri ve ‘bin quilombo’ olarak adlandırılan gettolar bulunmaktadır.
Amazon, Avrupa’dan daha büyük bir kıta gibidir. Amazon Nehri, alabildiğine uzun ve binden fazla kolu olan bir nehirdir. Coğrafi enginliğin kültürel çeşitlilikle örtüştüğü gerçeği, İspanyol fatih ve kâşif Francisco de Orellana tarafından daha önce keşfedilmişti. 1542’de, yaklaşık 60 İspanyol askerinin başında, Pasifik Okyanusu’ndan Amazon Nehri üzerinden Atlas Okyanusu’na kadar uzanan ormanların arasında tekneyle seyahat eden ilk isim bu oldu ve çeşitli kollarında birçok kez dolaştı.
Yüzlerce kültür
Bu yolculuğu kaleme alan keşiş Gaspar de Carvajal, hem güçlü krallıklarla dostça karşılaşmalardan hem de bazılarının şiddetli saldırılarından bahseder. Çeşitlilik, kâşiflerin karşılaştığı gruplar arasındaki farklar, bitki örtüsü, hayvan türleri ve özellikle de nehrin balık popülasyonundaki çeşitliliği bir tür hayret duygusu ile aktarır.
Keşif gezisinin tarçın ağaçları ve altın bulma görevi (mitolojik Eldorado) yerine getirilmemiş olsa da, daha önce bilinmeyen bir dünya keşfedilmiştir.
Francisco de Orellana zamanında, Amazon’da 10 milyona kadar insanın -yüzlerce kültür ve dilden- oluştuğu tahmin edilmektedir. Fakat, Avrupalı sömürgecilerin gelişinden sadece yüz yıl sonra, bu sayı %90 oranında azalmıştır.
Arkeolojik kazılar, burada yalnızca İnkalar ve Aztekler seviyesinde yüksek kültürlerin var olduğu değil, aynı zamanda Amazon halklarının muhtemelen dünyada bitkileri evcilleştiren ilk halklar olduğu sonucuna varmıştır. İnsanlar hem ev ihtiyaçları hem de kesilen ormanların açığını kapatmak için tarım yapıyorlardı.
Bugün mesele evcilleştirme ve kültürler olarak değil, tüm dünyayı etkileyen ekolojik bir sistem olarak hayatta kalma meselesi haline dönüşmüştür.
Amazon muhtemelen hiçbir zaman çeşitli romantiklerin hayal ettiği gibi bir cennet olmamıştı. Ancak Francisco de Orellana’nın yaklaşık 5 yüz yıl önceki zorlu yolculuğundan sonra bu fikirler olageldi. Yeni bir dünya keşfedildi. Her türden maceraperest, Cennet Bahçesi’nden Eldorado hayaline kadar her şeyi aramak için buralara akın etti.
Önce artan ve sonradan azalan ormansızlaşma
Ne gariptir ki, Güney Amerika kıtasının her yerine az da olsa seyahat eden İsveçli botanikçi Carl von Linné’nin herhangi bir müridine dair hiçbir kayıt bulamadım. Ancak, 1910’da Belém’e ayak basan ve misyonerlik çalışmaları, bugün nüfusça hayli kalabalık olan Asamblea de Dios adlı özgür kilise hareketini doğuran iki İsveçli misyoner Daniel Berg ve Gunnar Vingren’in hikayesi var.
Brezilya ordusu 1960’larda iktidara geldiğinde, Amazon’a göç radikal bir şekilde arttı.
Ordu, bölgeyi, ülkeyi zenginleştirmek için uyuyan ve ayağa kaldırılması gereken bir potansiyel olarak görüyordu.
Bunun için en önemli olan yol, araç geçişi sağlamak için Amazon’da bir yol inşa etmek ve yerleşimcilerin yağmur ormanlarına yerleşmesini kolaylaştırmaktı. Amazonas eyaletinin başkenti Manaus ile Porto Velho arasında 9 yüz kilometre uzunluğundaki B-319 yolu inşa edilirken, yol boyunca küçük topluluklar oluşmaya başladı. Bu topluluklar, sürekli olarak tarla açarak tarım yapan küçük çiftliklerle çevriliydi. Ancak yol bakımsızdı ve neredeyse geçilemez hale gelen çukurlarla doluydu. Yağmur mevsiminde çamur birikintisine dönüşüyordu. İklim değişikliği nedeniyle Amazon nehir sistemindeki su giderek kurudukça, temel ihtiyaç maddelerinin taşınması için yolun önemi arttı. Yolun kötü durumu, zaman zaman bir hafta boyunca hareket edemeyen kilometrelerce uzunlukta kamyon kuyruklarının oluşmasına neden oluyor. Bazen çamur birikintileri, bazen de kurak mevsimde görüş mesafesini sıfıra indiren toz bulutları oluşturuyor.
Yolun asfaltlanması ormansızlaşmayı artıracak ve burada yaşananlar tüm dünya için hayati önem taşır hale gelecekti. Brezilya’nın eski başkanı Jair Bolsonaro, tıpkı 1960’lar ve 70’lerdeki askeri diktatörlük gibi Amazon’u her türlü sömürüye açtığında, dış dünyada korku büyüdü. Mevcut başkan Lula da Silva ve Çevre Bakanı Marina Silva’nın ormansızlaşmayı kökten azaltmayı başarmış olması ve 2030 yılına kadar tamamen sona erdirmek için çabalıyor olması büyük umutlar uyandırdı.
Ancak bu sorunsuz bir gül bahçesi değil. Lula’nın Amazon’un çıkış noktasının hemen dışındaki denizde petrol arama çalışmalarına da onay vermesi, umut verici diğer girişimlerin ve COP30’un üzerine gölge düşürdü.
Halk zirvesi
Yine de toplantının iklim değişikliği konusunda somut neticelere varması pek olası görünmese de, gidişatı yavaşlatmaya yardımcı olabilir.
Francisco de Orellana’nın Amazon’daki yolculuğundan bu yana, oradaki insanlar kendilerini ve çevrelerini savunmak için uğraşıyor. Son zamanlarda, eğitim seviyeleri arttıkça, genç yerli halk, tüm dünyayı etkileyecek bir çöküşü önlemek için hem kadim kültürel alışkanlıklarını ve ritüellerini hem de ekolojik dengeyi savunmak için giderek daha fazla harekete geçiyor. Ayrıca, kendi aralarında bağlar kurup, seslerini COP30 gibi uluslararası toplantılarda da duyulan birleşik örgütler oluşturdular. Bu toplantılarda paralel bir “halk” zirvesi olan Cumbre de los pueblos’u da gerçekleştirecekler. Ancak bu “Orman Koruyucuları” yalnızca entelektüel referans noktaları olarak değil, aynı zamanda projelerini gerçekleştirmek için şiddet kullanmaktan çekinmeyen işgalcilere karşı savaşçı olarak da hareket ediyorlar. DIŞ HABERLER



























