Ana Sayfa Güncel Kuzey Kıbrıs’ta Seçmen Yönelimi ve Bireyin Özgün İradesi: Statükonun Gölgesinde Seçmen Davranışları

Kuzey Kıbrıs’ta Seçmen Yönelimi ve Bireyin Özgün İradesi: Statükonun Gölgesinde Seçmen Davranışları

6
0

Değerli Okurlar,
Kuzey Kıbrıs’ta seçmen davranışlarını anlamak, yalnızca sandığa atılan oyların toplamına bakmakla mümkün değildir. Bu davranışların arkasında, 1974 sonrası oluşan siyasal, ekonomik ve toplumsal koşulların derin izleri vardır. Statükonun yıllardır çözümsüzlüğü yeniden üreten yapısı, seçmen tercihlerini kalıplaştırmış, iradeyi büyük ölçüde bağımlılık ilişkileri üzerinden yönlendirmiştir.

Tarihsel arka plan bize şunu gösteriyor; Çözümsüzlük yalnızca uluslararası düzeydeki müzakerelerde değil, aynı zamanda toplumun siyasal tercih alışkanlıklarında da kökleşmiştir. Seçmen, çoğu kez kendi özgün iradesinden çok, patronaj ilişkilerinin, ekonomik bağımlılıkların ve kimlik siyaseti üzerinden yaratılan kutuplaşmanın etkisiyle hareket etmiştir.

Bir siyaset bilimci olarak kıbrıs siyasal tarihinde yaşanmışlıklarım,gözlemim ve analizlerim seçmen davranışları bireysel tercihlerden ziyade toplumsal baskıların ve çıkar ilişkilerinin şekillendirdiği bir refleks haline gelmiştir. Bu refleks, çözümsüzlüğün en önemli taşıyıcılarından biridir. Çünkü aynı siyasal tercihler tekrarlandıkça, farklı bir gelecek beklentisi yalnızca ertelenmiş bir hayal olarak kalmaktadır.

Tarihsel Arka Plan; 1974 Sonrası Siyasal Yönelimler

1974 öncesinde Kıbrıs Türk toplumunun siyasal tahayyülü, büyük ölçüde “ya taksim ya ilhak” ikilemi etrafında şekillenmişti. Bu anlayış, toplumu kendi özgün iradesini inşa etmekten alıkoyarak, dışsal siyasal projelerin gölgesine hapsetti. Bireysel ve toplumsal tercihlerin sınırları, bağımsız bir gelecek arayışından çok bu ikilemin dar çerçevesinde belirlendi.

1974 sonrası ise askeri müdahale ve adadaki bölünmüşlükle birlikte yeni bir dönem açıldı. Bu dönemin en temel sonucu, siyasal tercihlerin “çözüm” ve “çözümsüzlük” ikilemi üzerinden yeniden üretilmesi oldu. Seçmen yönelimleri, artık yalnızca ideolojik ya da programatik farklılıklara göre değil, statükoya yakınlık ya da uzaklık temelinde şekillendi. Çözümsüzlük, sistemli bir biçimde siyasal yöntem haline getirildi.

Türkiye ile ilişkilerin belirleyiciliği, uluslararası tanınmazlığın yarattığı baskı ve patronaj ilişkilerinin güç kazanması, seçmeni dar bir tercih alanına sıkıştırdı. Kamu istihdamı, arazi ve konut dağıtımları, siyasal sadakat karşılığında verilen imkanlar; bireyin özgün iradesini sürekli baskıladı. Böylece kişisel çıkar, aidiyet baskısı ve kısa vadeli beklentiler, özgün iradenin önüne geçti.

Bugün hala süren bu tarihsel bagaj, seçmen davranışlarını kalıplaştıran en güçlü unsur olarak varlığını korumaktadır. Seçmen tercihlerinin özgürleşmesi için, “ya taksim ya ilhak” anlayışının toplumsal tahayyülde açtığı yaraların ve çözümsüzlüğün bireysel iradeyi nasıl rehin aldığının doğru okunması şarttır.

Çözümsüzlüğün Seçmen Tercihlerini Nasıl Kalıplaştırdığı

Kuzey Kıbrıs’ta siyasal yaşam, uzun yıllardır çözümsüzlüğün gölgesinde varlığını sürdürmektedir. Çözümsüzlük yalnızca uluslararası alandaki müzakerelerin tıkanması değil; aynı zamanda iç siyaset mekanizmalarının da belirleyici unsurudur. Bu durum, seçmen tercihlerini serbest iradeden uzaklaştırarak kalıplaştırılmış bir davranış biçimine dönüştürmüştür.

Seçmen, her seçim döneminde benzer aktörler, benzer vaatler ve benzer çatışma söylemleri etrafında tercihe zorlanmıştır. Statüko, aynı politikaları tekrar ederek farklı bir gelecek sunuyormuş gibi görünmüş, fakat aslında çözümsüzlüğün yeniden üretilmesinden öteye gidilmemiştir. Bu nedenle sandık başındaki karar çoğu kez gerçek bir tercih değil, sistemin dayattığı sınırlı seçeneklerden birine yönelme refleksi olmuştur.

Bu kalıplaşma, özellikle kimlik siyaseti ve güvenlik söylemi üzerinden derinleşmiştir. Seçmen, özgün iradesini ortaya koymak yerine, aidiyet baskısı ve korkular üzerinden yönlendirilmiştir. Çözüm yanlısı ya da çözümsüzlük yanlısı etiketleri, seçmen davranışını belirleyen temel çerçeve haline gelmiş; ekonomik, toplumsal ve demokratik talepler bu ikilemin gerisinde kalmıştır.

Sonuçta bireyin siyasal özgün iradesi, çözümsüzlüğün ürettiği psikolojik ve siyasal kıskaç altında zayıflamış; seçmen davranışı kalıplaşmış bir oy verme pratiğine indirgenmiştir. Bu tablo, demokratik kültürün gelişmesini engellemiş, siyasetin toplumla olan bağını dar bir çıkar ilişkisine sıkıştırmıştır.

Patronaj İlişkileri, Ekonomik Bağımlılıklar ve Seçmen Psikolojisi

Kuzey Kıbrıs’ta seçmen davranışlarını belirleyen en güçlü unsurlardan biri, patronaj ilişkileridir. Siyasal partiler ve iktidar mekanizmaları, yıllardır kamu kaynaklarını oy karşılığı dağıtılan birer araç haline getirmiştir. Kamu istihdamı, izinler, arazi ve kredi tahsisleri, partizan atamalar; seçmenin özgün iradesini gölgeleyen en somut baskı unsurlarıdır.

Bu ilişkiler, yalnızca ekonomik bağımlılığı derinleştirmekle kalmamış, aynı zamanda siyasal sadakati bir tür yaşam güvencesine dönüştürmüştür. Seçmen, kendi özgün tercihinden ziyade, “hangi parti bana iş, maaş ya da imkan sağlar” hesabıyla yönelmek zorunda bırakılmıştır. Böylece siyaset, toplumsal faydayı önceleyen bir alan olmaktan çıkmış; bireysel çıkarların ve bağımlılıkların pazarlık edildiği bir düzene dönüşmüştür.

Ekonomik kırılganlıkların sürekliliği de seçmen psikolojisini doğrudan etkilemiştir. Hayat pahalılığı, işsizlik ve gelir dağılımındaki adaletsizlik, seçmeni kısa vadeli çözümlere yöneltmiştir. Uzun vadeli vizyon ve kolektif fayda arayışları geri planda kalırken, günü kurtarma refleksi ağır basmıştır. Bu refleks, seçmenin özgün iradesini bastıran en güçlü psikolojik bariyerlerden biridir.

Sonuçta seçmen davranışları, ekonomik bağımlılık ve patronaj ilişkilerinin gölgesinde şekillenmiş; bireyin siyasal özgürlüğü büyük ölçüde kısıtlanmıştır. Bu tablo, Kuzey Kıbrıs’ta demokrasinin gelişmesini engelleyen en kritik yapısal sorunlardan biri olarak karşımızda durmaktadır.

Kalıplaşmış Tercihlerden Özgün İradeye

Kuzey Kıbrıs’ta seçmen davranışlarının tarihi, çözümsüzlüğün tarihiyle paralel ilerlemiştir. 1974 öncesinde seçmen iradesi daha çok varoluş ve eşitlik mücadelesi etrafında şekillenmiş; sendikalar, toplumsal hareketler ve kolektif dayanışma kültürü siyasal yönelimleri belirlemiştir. Ancak 1974 sonrası askeri müdahale ve bölünmüşlük, bu kolektif iradenin yerini çözümsüzlüğü yönetim biçimine dönüştüren statükocu yapıya bırakmıştır.

Bu yeni dönemde patronaj ilişkileri, kamu istihdamı ve ekonomik bağımlılıklar seçmen davranışlarını dar kalıplara hapsetmiş; bireysel çıkar ve güvenlik kaygıları özgün iradeyi bastıran temel kodlar haline gelmiştir. Böylece seçmen farklı dönemlerde farklı tercihler yapmış olsa da, bu tercihler sürdürülebilir bir değişim yaratmamış; çözümsüzlüğü yeniden üreten kalıplaşmış alışkanlıkların devamını sağlamıştır.

Bugün gelinen noktada, aynı siyasal tercihler tekrarlandıkça farklı sonuçlar elde etmenin mümkün olmadığı açıktır. Statükoya hizmet eden tercihler sürdükçe çözümsüzlük de yeniden tekrarlamaktadır. Demokratik kültürün güçlenmesi, ancak bireyin tarihsel bağımlılıkların ötesine geçmesi, toplumsal faydayı bireysel çıkarlardan üstün tutması ve özgün iradesini cesaretle ortaya koyabilmesiyle mümkündür.

Kuzey Kıbrıs’ın geleceği, dışsal dayatmalardan çok, kendi halkının bu tarihsel kodları aşarak özgün iradesini özgürleştirme kararlılığına bağlıdır. Cesaret gösterildiği ölçüde çözümsüzlük bir kader olmaktan çıkacak; özgün iradeye yaslanan tercihlerle yeni bir gelecek inşa edilebilecektir. Bunun oluşacagı iradenin ortaya konacağı yer seçme seçilme hakından gelen en demokratik haktır; Bu hakkımız gelecegi nasıl yaşamak istememiz ile dogrudan ilişki bir somut eylem biçimi oldugunu unutmadan yapabilmek, gelecegin,senin, onun, benim tercihlerimin belirledigi gerçegi dogru tercih için bir karar olacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz